BORDERLİNE VE PYGMALION ETKİSİ
Efsaneye göre heykeltıraş Pygmalion yalnızdır ve mutsuzdur, kafasında canlandırdığı ideal
kadın görüntüsüne benzer bir heykel yapar ve daha sonra ona âşık olur. Ona Galatea
adını verir, onu giydirir ve süsler. Aşk tanrıçası Afrodit’ten ona can
vermesini ister ve dileği kabul olur. Bu hikâyeden yola çıkarak, bir olayın
gerçekleşmesinde inancın rol oynadığına inanılır ve bu duruma Pygmalion etkisi (beklenti etkisi) yani
kendini gerçekleştiren kehanet adı
verilir. Bu aynı zamanda, küçük çocuklara özgü “büyülü düşünce” olarak adlandırılan şeydir. Yani bir çocuk
annesiyle güçlü bir şekilde özdeşleştiğinde onun gibi olur ve onun
davranışlarını tekrarlar.
Bir nevi kendini Pygmalion yerine koyan borderline danışan kendine bilinçdışı
olarak ideal bir erkek seçer, ona âşık olur, çünkü onu kendi fantezilerinde
yaratmıştır ya da onu yaratacağına inanmaktadır. Pygmalion’un kendi eserini
yontması gibi sevdiğine inandığı erkeği şekillendirmeye çalışır, onu hem
kişisel hem mesleki düzeyde geliştirmek ister, kusurlarını görmez, iyi
taraflarını abartır. Onu idealize eder. Peki, bunu neden yapar? Geçmişini
tekrar etmek ve kendi tercih nesnesini şekillendirmek için… Dolayısıyla, bu
erkeği olduğu gibi değil, olabileceği haliyle, onun ellerinde olabileceği
haliyle ister ve öyle görür. Herhangi bir yanıyla kendinden üstün gördüğü bu
erkeğin, kendisine ilişkin beklentilerine denk düşen davranışlar sergilemeye
başlar. Beklenti etkisiyle başlangıçta gerçekliği olmayan bir ilişki başlar ve
zamanla karşılıklı olarak beklenen davranışlar sergilenir ve gerçekte olmayan
bir ilişki gerçekmiş gibi yaşanmaya başlar. Bu ilişkide her şey yolunda giderse
değerli ve iyi olacaktır, yolunda
gitmediğinde değersiz ve kötü…
Bununla birlikte, bu ilişki ikili olarak kurulur ve esin perisi olan erkek ilk
başta her şeye tamamen rıza gösterir, çünkü genellikle narsisistik yapıda olan
bu erkek de bir anne figürüyle aynı bağı aramaktadır.
Borderline kadının en büyük korkusu kendisini terk eden ve
ona değer vermeyen annesi gibi bir erkekle olmaktır. Aynı mitolojik Yunan kralı
Oidipus'un en büyük korkusunun, kehanette olduğu gibi babasını öldürmek ve
annesiyle evlenmek olması gibi, sonuçta borderline kadın için terk edilme ve
değer görmeme kehaneti gerçekleşir. Yani borderline
kadının aklına gelen başına gelir.
Borderline kişinin kendisine duyduğu güven sürekli olarak
artıp azalabilir ve bu kendini gerçekleştiren kehanet haline gelir. Kişi ne
kadar sevilirse, sevilme beklentisi
o kadar yüksek olur ve bu şekilde sevilme, daha çok sevilme beklentisini izler.
Sevildiğine ve değer gördüğüne inanan borderline kişi daha çok sevilmek için
hareket eder. İki şekilde de inanç kendini doğrular hale gelir. Bu etki Wallenda faktörü olarak da
bilinmektedir. Karl Wallenda adında bir ip cambazı senelerce başarılı
gösteriler yaptıktan sonra ipten düşerek hayatını kaybetmiştir. Ölümünden sonra
eşi tarafından yapılan açıklamaya göre Karl Wallenda'nın, düşmeden önceki üç ay
boyunca tek düşüncesinin ipte yürümek yerine ipten düşmek olduğu ortaya çıkmıştır.
Tüm enerjisini ipte yürümek yerine ipten düşmemek üzerine yoğunlaştırmıştır.
Sonuç olarak, borderline kadın da bir zaman sonra sevilmemekten ve terk
edilmekten çılgınca korkmaya başlar, terk edilmekten korktuğundan tüm
düşüncesini, enerjisini aslında bu noktaya yoğunlaştırdığından ilişkisini sürdürmek
her geçen gün zorlaşır ve zamanla imkânsız hale gelir.
“Yazgı çağırma…”, “Sakınan göze
çöp batarmış!”, “Kırk gün deli dersen deli olur!”, “Ben sana demiştim!” türünden ifadelerin işaret ettiği kendini doğrulayan
kehanet kavramı; “Bir durumun
yanlış tanımlanması, yanlışı doğru hale getiren yeni bir davranışa yol açar…” saptamasını
yapan Kolombiya Üniversitesi
Sosyoloji Bölümü’nden Prof. Robert K. Metron tarafından
geliştirilmiştir. Bu kavrama göre, doğru ya da yanlış herhangi bir inanç veya
beklenti, bu tanımlamayı doğrulayacak yeni bir davranış ortaya çıkarmakta ve bu
olayın sonucunu veya kişinin davranışını etkilemektedir. Diğer bir deyişle, uygun
olmasa da herhangi bir beklenti oluştuğunda, kişiler beklentileri ile uyumlu
hareket etmeye çalışmaktadırlar. Sonuçta, beklentiler gerçek olur. Sanki sihirli
bir güç sayesinde beklenti doğrulanır. Örneğin, terk edilme korkusuyla
birlikte olduğu erkeği aldatmakla suçlayan borderline kadın, onu suçlu diye
nitelediği ve ona bu şekilde davrandığı için, suçlu olduğu beklentisine giren
erkek zamanla içindeki suçlu davranışları ortaya çıkartmaya başlar. Böylece
başlangıçta gerçekliği olmayan bir şey gerçekleşmiş olur. Ancak narsisistik
yapıdaki erkekler için aldatmak ve tek eşliliğe dayanamamak nerdeyse genel bir
kuraldır. Yani aslında borderline kadın sonunda kendini aldatacak olduğu için
aslında bilinçdışı olarak o erkeği seçmiştir.
Günlük hayatta sürekli sevgilisine “Sen beni
sevmiyorsun!” ya da “Biliyorum, bir gün beni terk edeceksin!” diyen borderline kadının sevgilisi
gerçekte onu seviyor olsa da zamanla sevmez olur ya da onu terk eder. Yani bir
atasözümüze göre de birine kırk kez deli denirse o kişi deli olabilir.
Çünkü bilinçli veya bilinçsiz olarak kişiler karşısındakiler ile
ilişkilerini beklentileri doğrultusunda yürütür ve davranışlarına
beklentilerini açığa çıkaracak ipuçları yüklerler. Karşı taraftaki kişiler de,
bu ipuçlarından faydalanarak davranışlarını beklentiler ile uyumlu hale
getirerek gerçekliği algılama biçimlerine uygun davranmaya gayret gösterirler.
İnsanlar, algıları ile farklı davrandıkları takdirde ruhsal
gerilim yaşarlar. Borderline kadın kendini yetersiz, değersiz ve terk
edilmeye layık hissediyorsa, algılarında uyumsuzluğa neden olmamak için
yetersiz davranacak, değersizliğiyle yüzleşecek, terk edilecek ve sonuçta,
beklentisinin gerçekleştiğini görecektir. Çünkü geçmiş hep tekrar eder,
oyuncular, zaman, mekân değişse de roller hep aynı kalır. Ayrıca inançlar, mevcut bilgiler ve hisler hayatta
yapılan seçimleri etkiler ve bu seçimler sonucunda kişiler kendilerine güven
kazanır ya da kaybederler.
0 yorum: